Bütün gün ve geceyi dışarıda geçirdikten sonra sonunda yatağa girebilmiştim. Yirmialtıbuçuk saat uyanık kaldıktan sonra baygınlık geçiririm sanmıştım; ama ağrıyan ayaklarım uyumama izin vermiyordu. Rasgele bir kanal açtım, tek kelime anlamıyor olmak iyiydi aslında. Sesi biraz kısınca ninni gibi geldi televizyondaki anlamadığım konuşmalar.Televizyon karşısında öylece uykuya dalmışım...
Yaklaşık üç saat sonra bir kadının söylediği aryalara uyandım. Tören başlıyordu. Yataktan fırlamamla metroya binmem bir oldu. Yol kısa sayılmazdı, özellikle de Budapeşte’yi hiç bilmeyen biri için... Vardığımda törenin büyük bir kısmı bitmişti. Stadyumdaki törenin sonuna yetişebilmiştim.
Onun isminin verildiği “Puskas Ferenc Stadyumu” hıncahınç doluydu. Futboldan anlamayan, pek de sevmeyen bir adam olmam beni o gün oraya gitmekten alıkoymamıştı. Puskas'a "Elveda" demek için gelen diğer bütün insanların da futboldan anladığını sanmıyorum zaten. Çoluk çocuk, kadın erkek, yerli yabancı demeden binlerce insan son yolculuğunda ona eşlik ediyordu. Puskas bir futbolcudan fazlası olmalıydı. Bunu anlamak için ne Macarca bilmek, ne de futboldan anlamak gerekiyordu.
Herkesin ellerinde mumlar vardı. Ben de bir mum yaktım, başladık yürümeye. Bir süre sonra kocaman bir
Budapeşte'de yollar Puskas için kapatılmıştı. Puskas Ferenc stadından, Kahramanlar Meydanı'na (Hösök Tere) kadar uzun bir yürüyüş oldu. Yürüyüş boyunca sessizlik hakimdi. İnsanlar sakince yürüyor, o anı ve anın getirdiği o hüznü paylaşıyordu. Macarca bilmiyor olmam hiçbir şeyi değiştirmedi, konuşan yoktu ki...
İhtişamlı binasıyla güzel sanatlar müzesinin baktığı kahramanlar meydanı çok büyük bir alana yayılmıştı. Meydan öncü Macarların heykelleriyle doluydu. Puskas, kahramanlar meydanındaki bu devlet töreniyle gerçek bir kahraman olarak uğurlanıyordu. Askeri bandonun trompetçisi cenaze borusu çalarken ortalığa yayılan hüznü anlatabilmek çok zor; yaşamak ise çok etkileyiciydi. Birçok ülkenin askeri cenaze borusunu duymuşumdur. Hepsinde benzer ton vardır aslında. Her bir orduda melodi farklı olsa da aynı yoğun hüzün vardır. O trompetin sesi insanın içini eritir. Asker olmak gerekmez o hüznü anlayabilmek için. Hayatları ölümle yaşam arasında geçen askerler, yaşadıkları kadar trompetin sesinde yaşatırlar da. Ölüm tüm ağırlığıyla çöker insanın üstüne, o borunun sesinde. Trompetin her çalınışı bir kahramanın son yolculuğa çıkışını bildirir dinleyene.
Kendi adının verildiği stadyumdaki sporculara özel bir töreni ve kahramanlar meydanındaki devlet töreninin ardından son uğurlama dini bir tören olarak St. Stephen's kilisesinde yapılacaktı. Budapeşte’nin en görkemli kilisesi olan St. Stephen's kilisesi bu tören için hazırlanmıştı. Dini tören devam ederken kiliseye girmem mümkün olmadı, ancak tören bittikten sonra girebildim içeri. Ben girdiğimde, televizyonlar, törenin ardından donanımlarını topluyorlardı. Kabloların ve bütün o canlı yayın aletlerinin aralarından geçerek, üstlerinden sekerek Puskas’ın yattığı mozoleye varabildim. Bedeni artık orada değildi; sadece halen yanmaya devam eden mumlar ve onun için bırakılan çiçekler kalmıştı. Dışarı çıkarken kilisenin görevlilerinden izin isteyip Puskas için yakılmış koca mumlardan birini aldım.
Puskas yola çıkarken Freddy Mercury yumuşacık sesiyle ona ilham veriyordu:
Puskas yola çıkarken Freddy Mercury yumuşacık sesiyle ona ilham veriyordu:
We are the champions...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder