Marx ve Engels tarafından 1948 yılında kaleme alınan Komünist Manifesto'da, “Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve sonunda insanlar, ciddi olarak kendi yaşam koşulları ve diğer insanlarla olan ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyorlar.” yazar.Ayağımızın altındaki zeminin sürekli kaydığı bir dünyada yaşıyoruz. Varlığımızla, doğamızla ve değerlerimizle olan bağımızı koparıyoruz. Hayat özünü kaybediyor. Ve sanırım, “anlam” üzerine konuşmak en çok böyle bir durumda anlamlanıyor, anlamlı oluyor.
Bir bardağa bakıp, onun boş olduğunu söyleyen kişi aslında bardağın, içinde olmasını beklediği sıvıdan yoksun olduğunu anlatmaktadır. Peki ya, hayatım boş diyen kişi?Hayat, bir anlamı olmadığı zaman boştur.
“Varoluş Vakumu, yirminci yüzyılda yaygın bir olgudur. Bu, insan soyunun gerçek anlamda insan olduğu zamandan beri uğradığı iki kaybın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihinin başlangıcında insanoğlu, hayvan davranışlarını yönlendiren ve kendisini güvene almasını sağlayan temel hayvansal içgüdülerinin bazılarını yitirmiştir. Bunun sonucunda insan, o zamandan beri, duruma göre tercihler yapmak, karar vermek zorundadır. Buna ek olarak insan, gelişiminin daha sonraki dönemlerinde, davranışlarına temel olan geleneklerini de hızla kaybetmeye başlamıştır. Artık içgüdüler ona ne yapılacağını söylemediği gibi, gelenekler de ne yapması gerektiğini söylememektedir. Bazen, kendisi dahi ne yapmak istediğini bilmiyor. Bunun yerine, ya başkalarının yaptığını yapmak (konformizm) ister, ya da başkalarının ona yaptırmak istediğini (totalitarizm) yapar.” diyor Viktor Frankl.
Çağımızın insanı, kendisinde hissettiği içerik eksikliği nedeniyle, can sıkıntısı ve keder arasında sıkışıp kalıyor. Sonuçta anlam arzusunun hüsrana uğramasıyla yüzeye çıkan varoluş boşluğu, güç arzusu, para arzusu, zevk arzusu, hatta cinsellikle telâfi olarak kendini gösteriyor.
Hayatının anlamının kaybedildiği durumda, ilişkilerimiz ve hayatla kurduğumuz bağ derinlikten yoksundur. Anlamsızlık ve boşluk hayatlarımız için en önemli belirleyendir. Bunlara yalnızlık eşlik eder. Varolmanın yolu yalnız kalmamaktır. Talep edilen olmak insanı yalnız kalmaktan kurtarır ve talep edilmek ise iyi pazarlamayı gerektirir. Aranan kişi olmak için tavırlarımızı şekillendirirken aslında olmadığımız kişilere dönüşmeye başlarız. Daha çok talep edilen oldukça, boşluk daha da büyür. En popüler insanların yalnızlıktan en çok şikayetçi olan kişiler olması bir tesadüf olmamalıdır. Andre Gide, “Kendilerini yalnız kalmış bulmaktan korkan insanlar, kendilerini hiç bulamazlar” der. Yalnız kalmaktan korkarak ilişkilere girmek bizi aslında beraber olmak istemeyeceğimiz kişilerle ilişkiler kurmaya yönlendirir. İlişkilerimiz hızla ilişkisizliğe dönüşür. İngiliz oyuncu Dame Edith Evans'ın, yaşlılık yıllarında tek başına yaşarken kendisiyle görüşmeye gelen bir gazeteciye söylediği, “There is a difference between loneliness and aloness” sözleriyle yalnız olmak ve yalnız kalmanın biribirinden farklı durumları ifade ettiğini ortaya koyar. Camus aynı durumu, “Solidaire(dayanışmacı)” ve “Solitaire(yalnız)” sözcükleriyle oynayarak ifade eder. Birlikte hareket edebilen kişi yalnız değildir.
Hayatının anlamının kaybedildiği durumda, ilişkilerimiz ve hayatla kurduğumuz bağ derinlikten yoksundur. Anlamsızlık ve boşluk hayatlarımız için en önemli belirleyendir. Bunlara yalnızlık eşlik eder. Varolmanın yolu yalnız kalmamaktır. Talep edilen olmak insanı yalnız kalmaktan kurtarır ve talep edilmek ise iyi pazarlamayı gerektirir. Aranan kişi olmak için tavırlarımızı şekillendirirken aslında olmadığımız kişilere dönüşmeye başlarız. Daha çok talep edilen oldukça, boşluk daha da büyür. En popüler insanların yalnızlıktan en çok şikayetçi olan kişiler olması bir tesadüf olmamalıdır. Andre Gide, “Kendilerini yalnız kalmış bulmaktan korkan insanlar, kendilerini hiç bulamazlar” der. Yalnız kalmaktan korkarak ilişkilere girmek bizi aslında beraber olmak istemeyeceğimiz kişilerle ilişkiler kurmaya yönlendirir. İlişkilerimiz hızla ilişkisizliğe dönüşür. İngiliz oyuncu Dame Edith Evans'ın, yaşlılık yıllarında tek başına yaşarken kendisiyle görüşmeye gelen bir gazeteciye söylediği, “There is a difference between loneliness and aloness” sözleriyle yalnız olmak ve yalnız kalmanın biribirinden farklı durumları ifade ettiğini ortaya koyar. Camus aynı durumu, “Solidaire(dayanışmacı)” ve “Solitaire(yalnız)” sözcükleriyle oynayarak ifade eder. Birlikte hareket edebilen kişi yalnız değildir.
Can sıkıntısı ve durgunluk ile ortaya çıkan bu boşluk vakumun kaynağıdır. Birey, ne yapmak istediğini bilemez. İstediğini yapabileceği, özgür zamanlarında yapabileceği pek fazla şey yoktur. Kendine ve dünyaya inançsız bir biçimde bakar, yönünü belirlemekte zorlanır ve yaptıklarının amacını sorgular. Varoluşunun anlamını bulamayan birey, ortaya çıkan ve vakum yapan bu boşluğu sürekli bir şeylerle doldurma eğilimindedir. Moda, astroloji, diyetler, madde kullanımı, seks, gece hayatı, estetik operasyonlar, güç, para, iktidar, politika, vs. ile bu boşlukları doldururuz. Ancak hiçbir zaman bu boşluk tamamen dolmaz. Ve boşluk içine ne atarsak atalım daha fazlasını ister. Ve bizler de bu boşlukla sürekli olarak yeniden yüzleşiriz.
Varolmak aslında zaman içine yayılan bir süreci ifade eder. Olmak ve olmaya devam etmek. Gelecek kaygıları, olmak ile yapmanın yer değiştirmesine sebep olabilir. Hayatına dair gerçek bir ana planı olmayan kişinin yaptıkları boşluğu doldurmaktan uzaktır ve onu tatmin etmez. Ana plan olmayınca etkinliklerimiz birer ana plana dönüşürler. Hayatımıza anlam verir gibi görünürler. Birer parça anlam kattıkları doğru olsa da; hayatı bir bütün olarak anlamlandırmaktan uzaktırlar.
Geriye dönüp yazdıklarıma bakınca, bu açıklamaların hayatın anlamının ne olduğuna işaret etmekten çok ne olmadığına işaret ettiğini görüyorum. Peki, nedir hayatın anlamı? Varoluş Vakumu'nu ortaya koyan Viktor Frankl sorunun cevabını bir net cevap olmadığını ifade ederek veriyor. Frankl, hiç kimsenin bir diğer kişi için bu soruya cevabı olmadığını söylüyor. Sorunun cevabını bir usta satranç oyuncusuna satrançta en iyi hareketin ne olduğunu sormaya benzetiyor. Cevap ise kimin kimle oynadığına, tahtadaki taşların durumuna ve birçok başka faktöre göre değişir...
Varoluş Vakumu ile ilgili söyleyebileceğim sözler bitmek üzereyken, özrümü de burada ortaya koymak gerektiğini düşünüyorum. Buraya yazdıklarımı konunun uzmanı olmayan birinin yazdığını itiraf etmeliyim. Yazdıklarım, okuduklarımdan aklımda kalanların yazıya dökülmesinden ibarettir. Konunun detaylarını merak edenler Viktor Frankl'ın “İnsanın Anlam Arayışı” isimli kitabından başlayabilirler. Kitabı okumak için bulamadığımı da itiraf etmeliyim. Referans olarak verdiğim kitabı okuyabilmeyi ben de çok istiyorum. Ancak, bir kopyasını bulabilmek mümkün olmadı benim için.
Hayatı ve boşluğu çok iyi ifade ettiğini düşündüğüm bir duvar yazısını Engin Geçtan'dan alıntı yaparak aktarıyorum:
“Hayat boştur; ama içine sıçınca dolar.”


